Ö.Ç Olmak

Posted by her boku bilen adam | Posted in | Posted on 23:49

Geçen hafta gündemde en çok yer alan konulardan biri Ö.Ç davası idi. Henüz 14 yaşında olduğu halde aralarında emniyet müdürlerinin, polislerin, öğrencilerin bulunduğu 35 kişi tarafından düzenli olarak tecavüze uğrayan Ö.Ç davasında artık tutuklu kimse kalmadı. Hatta tahliye edilen son sanıklar da alkışlarla karşılandı.

Sormak istediğim soru şu aslında benim : Hangimiz bu karara şaşırdı?

Biz zaten haftada 1 kez bu tip haberler duymuyor muyuz?

Zaten daha bu kararın şoku(!) geçmeden Isparta'dan bir haber daha geldi. Bir kadın kendisine defalarca tecavüz eden, hatta hamile bırakan bir adamı öldürmüş, kafasını kesmiş, kafayı da köy meydanına atıp "Kelle görsün gözünüz" diye haykırmıştı.

Peki neydi bu kadını bunu yapmaya iten?

Sorduğum sorunun saçmalığına bakar mısınız?

Tecavüze uğramış bir kadının cinnet getirmesine ne sebep oldu diyorum. Ağzımdan çıkanı duyuyor mu acaba kulağım ya da yaşadığım topraklar mı bana bunu sordurtuyor acaba.

Geçen gün bu olaylar üzerine Ercan Kesal'ın kişisel sitesinde yazdığı bir yazıyı okudum. Aslında pek çok sorunun cevabını içinde barındıran bir yazı. Ercan Kesal'ı Nuri Bilge Ceylan'ın "Üç Maymun" ve "Bir Zamanlar Anadolu'da" filmlerinden hatırlarsınız. Kesal'ı biz ne kadar aktör ve senaristliği ile tanısak da kendisi önemli bir hekim. Hatta "Bir Zamanlar Anadolu'da" filminde her ne kadar "Muhtar" olarak yer alsa da oradaki "Doktor" Kesal'ın ta kendisi.

Ercan Kesal yazısında şöyle bir hikaye anlatıyor;

Galiba sekiz dokuz yaşlarındaydım… Bir Orta Anadolu kasabasında büyüyordum. Babam gazozcuydu. Bir gün tüm kasaba çarşı meydanındaki kahvenin önünde toplandı. Her gün kapısının önüne gazoz bıraktığım kahvenin sahibi, yaşlı hoş sohbet amca yanında çırak olarak çalışan, benim yaşlarımda esmer yetim bir çocuğa, İhsan’a iki yıldır tecavüz ediyormuş. Çocuğun bu durumunu, kasabaya yeni tayin olmuş, nüfus müdürlüğündeki memur fark etmiş ve iş onun gayretiyle açığa çıkmış. Kahveci, kalabalığın arasından elleri kelepçeli polis otosuna doğru giderken, akrabamız rahmetli İsmail Abi söktüğü kaldırım taşını bağırarak kahveciye fırlattı. Başına yana eğmezse kafasını parçalayacak iri taş gitti kahvenin su oluğuna çarptı ve ezdi. Her sabah gazoz dağıtmak için dolaştığım çarşı içinde, çocuk kafamda hiç unutamadığım görüntülerden biridir, ezilmiş su oluğu. Kahveci nedense bir süre sonra işinin başına döndü… Artık bu dünyada yerinin olamayacağını düşündüğüm kahveci yine çay yapıyor, dağıtıyor, oturanlara laf atıyor, şakalaşıyordu. Ona taş atan İsmail abi de hiçbir şey olmamış gibi kahvede okey oynamaya devam ediyor, arada sırada kahveciyle laflıyordu. İhsan’ı bir daha hiç görmedim. İstanbul’a, akrabalarından bir terzinin yanına çırak olarak gittiğini söylediler. Bir daha o kahvenin önüne gazoz bırakmadım.
Bana çok kızıyorlar blogda, Twitter'da yazdığım bazı yazı ve yorumlara. "Sen de çok karamsarsın, hep bu ülkenin en kötü taraflarını görüyorsun" falan diyorlar. 

Haklılar belki de. 

Sevdiğim insanla yaşıyorum, çok büyük bir sağlık sorunum yok, geçinebiliyoruz. Bazı sıkıntılarımız var ama çözülmeyecek gibi değil. Mutluyum aslında. 

Ama nereye kadar? 

Sevdiğinle beraber uyandığın bir gün hayal et, mutlusun, huzurlusun. Kalkmış kahvaltını etmişsin. Sonra açıyorsun gazeteni. 

Tak!

Bir çocuğa onlarca insan tecavüz etmiş, tecavüz edenler salınmış, salınanlar alkışlanmış.

Mutlu olmayı biliyorum da hayatının geri kalanında hiç mutlu olamayacağını bilmek nedir? 

Hayatının, duygularının, mutsuzluğunun, her şeyinin katilini susup da konuşamamak nedir? 

Ö.Ç olmak nedir?

İhsan olmak nedir? 

N.Ç olmak, Pippa Bacca olmak, Ahmet Yıldız olmak nedir? 

Esasen hepsinden daha zorunu başarıyoruz biz. İşkencecilerin, tecavüzcülerin, katillerin, zalimlerin alkışlarla karşılandığı, el üstünde tutulduğu topraklarda mutlu mutlu geziyoruz. 

Yukarıdaki hikayedeki İsmail Ağbi'yiz aslında hepimiz. Ya ortadan kaybolan İhsan olursak bir gün? O zaman ne yapacağız?
 

Comments (10)

Umarım olmayız.Güzel yazı.

İyi ki yazıyı insanın gözüne sokan o son cümleyi kullanmışsınız...

İyi ki yazıyı insanın gözüne sokan o son cümleyi kullanmışsınız...

Demek ki adalet sistemi coktu demiycez, zaten hic olmamis diycez... Hangisi daha kotu bilemiyorum.

Biz ne yazık ki duyarlılık yanlarımızı, hislerimizi kaybettik. Bir çocuğun küçücük bir yaşta cinsel hayatının yakılıp yok edilişine uzaktan seyirci kaldık. Bir insan nasıl olurda birine istek dışı dokunabilir? Bunu hayvanlar bile yapmazken akıllı ve hisli olduğunu iddia eden insan bunu nasıl yapabilir? Tecavüz birinin cinsel hayatını öldürmekse, yaralamaksa şayet bu suçu işleyeni de aynı şekilde cezalandırmak gerek. Yok erkeklere tecavüz edilmez biliyorum:) Hadım etmekten bahsediyorum. Bence böyle bir ceza olmalı, olmalı ki bunun büyük bir suç olduğu anlaşılsın.

yazdığın konularda haklısın "hep bu ülkenin en kötü taraflarını görüyorsun" diyemicem ama hep kötü yönlerinden bahsediyorsun, biraz daha olan biten güzel şeylerden bahsetmelisin bence...

Olumsuz yanlar kadar olumlu taraflari da gormek lazim tabi. Ama ortada olumsuzluklar varken bunlarda konusulmali, paylasilmalidir. Bu yonden iyi bir adim atmissiniz. Konusuyoruzda noluyor orasi mechul tabiki. Rezalet bir tablo ve malesef gormeye devam ediyoruz. Bu ulkede bazi seyler degisir mi? İllaki degisir. Ama haksizliklar ve bu tarz rezaletler olmaya hep devam edicek, belki gun yuzune cikmayacak. Sadece burada degil baska ulkelerde de, cunku insan ayni insan.

En deli kufurleri hakediyorlar.

haklısın. biz ne kadar mutlu yaşasak da ülkede bunlar da oluyor yani sabah gazeteyi açınca ya da haberlere bakınca görüyoruz. örnek hikaye de iyiydi.

Böyle devam et...kıçları rahat olanların vicdanlarına iğneler batır, o da olmadı anlık keyiflerine batsın, gene mi anlamadılar, gün gelir kıçlarına batar da anlarlar.

türkiye avrupa birliğine girince müebbet kalkacakmış girmek için can attığımız yerlerde hiç ceza diye birşey yok türkiye de bu yolda ilerliyor